Ana içeriğe atla

Ahmet Ümit -İstanbul Hatırası


Yazan: Ahmet Ümit 

Everest Yayınları 

4. Basım: Mayıs, 2012 


Ahmet Ümit'i ilk defa okuyorum. Romanı henüz bitirmedim. Fakat neden bu denli beğenildiğini anladım. Bir kere roman çok katmanlı. Başkomiser Nevzat başta olmak üzere karakterler çok iyi oluşturulmuş. Kurgu değil kanlı canlı aramızda dolaşıyorlar adeta. Hem şehrin tarihi dokusu hem de olay örgüsü insanı sürüklüyor. Merak unsuru ön planda. Olaylara, mekanlara, kişilere farklı bakış açılarından yaklaşılmış. Kucaklayıcı, kapsayıcı, insancıl bir yazarla karşı karşıyayız...

Kitaptan şu ana dek beğendiğim birkaç bölümden alıntı yapayım: Leyla ile Necdet arasında geçen bir diyalogdan aktarıyorum...Tabi ki bütünlüğü bozmamak adına diyaloğun tümünü okumak gerekir. O zaman her şey daha anlamlı ve çarpıcı oluyor.

"...Ama sen mantıklı bir insansın. Anadolu'da yaptığımız kazıları hatırla. Halkın bizi nasıl yadırgadığını. Yıllarca emek verip ortaya çıkardığımız kalıntıları define buluruz umuduyla nasıl talan ettiklerini. On sene önce Kayseri'deki o köyde, bilmem ne tarikatının şeyhi hakkımızda fetva çıkartmıştı da canımızı zor kurtarmıştık...Yok Leyla bu insanlardan hiçbir şey olmaz. Anla artık bu ülkede tarih kimsenin umurunda değil. Kültür filan boş işler bunlar...Sokağa çık da sor bakalım. Tarih deyince sana ne  cevap verecekler: Ben söyleyeyim, Altaylardan gelen atalarımız diyecek o da dili dönerse...Yiğitlik diyecek, kılıç, at bayrak...Hepsi bu...Ne atalarının tarihini bilir bunlar, ne de kültürünü..."

"...Haklıydı, ne diyeceğimi bilemedim. Ama sonuçta o kızlar, o anne babaların çocuklarıydı. O ailenin içine doğmuşlardı. Sırf çarşaf giydiriyorlar diye ailelerinden koparılıp alınabilirler miydi? Veya ebeveynlerini, çocuklarınıza şu giysileri giydireceksiniz diye zorlamak doğru muydu? Öte yandan, kendi inançlarının gereğini yaşayan bu insanlar, dinlerini onlar gibi yaşamayanlara karşı da aynı hoşgörüyle yaklaşırlar mıydı? Hıristiyan, Yahudi ya da dini inancı olmayan birine saygı duyarlar mıydı? İşte bu kuşkuluydu."

Hayranlık uyandırıcı bir yazım tekniği, sade bir üslup...okumaya devam

Kitap Değerlendirmesi: Nilüfer Çakar 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçerik Üreticilerine Açık Çağrı

  Yazarlar, çevirmenler, metin yazarları, reklam yazarları… Bu çağrı, yaşamını kalemiyle idame ettiren herkese... 2003’ten bu yana yazın dünyasının farklı alanlarında çalışan biri olarak,  sizleri yapay zekâ ile içerik üretimi konusunda biraz sağduyuya davet ediyorum. 1980 doğumluyum. Analogdan dijitale geçen son neslin bir temsilcisi olarak söylüyorum: Yapay zekâ ile yazılmış metinler orijinal kalemden çıkanlarla karşılaştırıldığında sırıtıyor. İlk birkaç cümlede, birkaç anahtar kelimede kendini ele veriyor.  Ve benim gibi bunu şıp diye anlayan çok fazla içerik üreticisi var. Ne kadar uğraşsanız da, şu anki haliyle hiçbir yapay zekâya  otantik bir üslup, ruh ya da karakter kazandıramıyorsunuz. (En azından şimdilik… ) ChatGPT dahil birçok araç, “marketing” jargonuna bulanmış, keyword’lerle dolu, tanıdık, tekdüze, yapay bir dil kullanıyor. Ve bu da metinlerin güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitiriyor. Bu, özellikle de yıllanmış içerik üreticileri için kabul ...

Kaldığımız Yerden Devam

Tekrar Merhaba :) Bir süredir yazılarıma ara vermiş olsam da, kelimelerle kurduğum köprüyü yeniden inşa etmenin zamanı geldi. 2023’te bıraktığım yerden, yeni gözlemler ve taze bir bakış açısıyla devam ediyorum. Bu süreçte hem dünyada hem de kendi yaşamımda pek çok şey değişti; bu değişimlerin bana kattığı derinlik, yazılarımın da yolculuğuna yansıyacak. Bundan böyle bloğumda kitap değerlendirmelerine, iklimsel ve çevresel gelişmelere, sanatın ilham verici dünyasına dair paylaşımlara daha fazla yer vereceğim. Hem eleştirel hem de merak dolu bir gözle, okuduklarımı, gördüklerimi ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmayı dört gözle bekliyorum. Yazılarımda, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda birlikte düşünebileceğimiz, tartışabileceğimiz ve ilham alabileceğimiz bir alan açmak niyetindeyim. Nilüfer Şen Çakar

Dijital Çağda Entelektüel Üretimin Paradoksu

  Günümüz kültürel ve entelektüel üretim ortamında, sanatçılar, bilim insanları ve yazınsal/düşünsel üreticiler, yaratıcı emeklerini görünür kılma zorunluluğu ile karşı karşıya. Dijital ve sosyal medya platformlarının hegemonik etkisi, üreticileri adeta birer pazarlamacı veya reklamcı gibi hareket etmeye mecbur bırakmakta; üretimin kendisi, görünürlük stratejileri ile şekillenen bir rekabet alanına tabi kılınmaktadır. Bu durum, J. S. Mill’in “yaratıcı özgürlük” ve Hannah Arendt’in “insani faaliyetlerin hiyerarşisi” üzerine kurduğu düşünceleri çağrıştıracak biçimde, derin çalışma, odaklanma ve içe dönük üretim süreçlerini sistematik olarak baskılamakta; dolayısıyla yaratıcı potansiyelin önemli bir kısmı, görünürlük ve tanıtım zorunlulukları için tahsis edilen zamana dönüşmektedir. Sosyal medyanın zorunlulukları, üreticileri kendi alanlarının dışındaki iletişim ve PR faaliyetlerine yönlendirerek, üretken zamanın ve yaratıcı enerjinin kaybına yol açıyor. Bourdieu’nün kültürel sermaye...