Günümüz kültürel ve entelektüel üretim ortamında, sanatçılar, bilim insanları ve yazınsal/düşünsel üreticiler, yaratıcı emeklerini görünür kılma zorunluluğu ile karşı karşıya. Dijital ve sosyal medya platformlarının hegemonik etkisi, üreticileri adeta birer pazarlamacı veya reklamcı gibi hareket etmeye mecbur bırakmakta; üretimin kendisi, görünürlük stratejileri ile şekillenen bir rekabet alanına tabi kılınmaktadır. Bu durum, J. S. Mill’in “yaratıcı özgürlük” ve Hannah Arendt’in “insani faaliyetlerin hiyerarşisi” üzerine kurduğu düşünceleri çağrıştıracak biçimde, derin çalışma, odaklanma ve içe dönük üretim süreçlerini sistematik olarak baskılamakta; dolayısıyla yaratıcı potansiyelin önemli bir kısmı, görünürlük ve tanıtım zorunlulukları için tahsis edilen zamana dönüşmektedir.
Sosyal medyanın zorunlulukları, üreticileri kendi alanlarının dışındaki iletişim ve PR faaliyetlerine yönlendirerek, üretken zamanın ve yaratıcı enerjinin kaybına yol açıyor. Bourdieu’nün kültürel sermaye ve görünürlük kavramları çerçevesinde değerlendirildiğinde, sosyal medyada varlık göstermeyen üreticilerin eserleri, görünürlük eksikliği nedeniyle toplumsal alanda marjinalleşmekte ve epistemik olarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmakta. Dahası, içerik açısından sanatsal, bilimsel veya düşünsel değeri sınırlı olmasına karşın, güçlü PR stratejileri ile ön plana çıkan aktörlerin varlığı, yaratıcı üreticilerin motivasyonunu daha da zayıflatmakta ve kültürel üretim dinamiklerini haksız bir rekabetle biçimlendirmektedir.
Bu bağlamda, çağdaş entelektüel üretim, yalnızca bireysel yaratıcılık ve bilgi üretimi ile değil; aynı zamanda görünürlük, pazarlama ve sosyal medya stratejileri gibi dışsal mekanizmalar tarafından da şekillenen karmaşık bir ekosistem olarak anlaşılmalıdır. Dolayısıyla, modern üreticiler, kendi üretimlerinin epistemik ve estetik değerini koruyabilmek için, bu zorunlu görünürlük taleplerini dengelemenin yollarını aramak zorunda kalmaktadır.
Nilüfer Şen Çakar
Yorumlar
Yorum Gönder