Ana içeriğe atla

Orta Yaş ve Sonrasında Kadın Beyni

 



Bu kitabı yeni bitirdim. Artık ChatGpt ve benzeri yapay zeka uygulamaları ve internette bu kadar kaynak varken kitabın neyi anlattığını uzun uzadıya yazmaya da gerek kalmadı. Bu saatten sonra bloglar neye yarar diye düşündüğümde kitap hakkındaki kişisel görüşlerimi sunmak aklıma geliyor. 
Kitap özeti, yazar, çevirmen, yayınevi, basım yılı gibi bilgileri de girmek beyhude zaman kaybı.

Gelelim kitaba. Adından da anlaşılacağı üzere yazar bu kitabında özellikle orta yaş ve sonrasında kadınların beyninin işleyişini ve hormonların rolünü anlatıyor. İlk başlarda hormonlara ve beyne dair yoğun bilimsel bilgiler veriyor.

O kısmı bitirdikten sonra özellikle menapoz ve yaşlılık gibi terimlerden kaçınarak orta yaştaki kadınların ileri yaşlara kadar geçirdiği evreleri Geçiş, Yükselme vb terimlerle tanımlıyor.
 Bu dönemlerini yaşayan danışanlarının yaşadığı deneyimlerden örneklerle hormonların işleyişini gözler önüne seriyor. Bir örnek vaka ile gündelik yaşamdan bir kesit sunuyor ve ardından hormonun bu deneyimdeki rolünü anlatıyor. 
Dünya toplumlarında kadınlar doğurganlık döneminden yazarın deyimiyle geçiş ve Yükselişe geçerken çoğu zaman göz ardı edilmekte. Onların yaşadığı süreçler adeta yok sayılmakta. Emeklilik ve sonrasında iş yaşamından kopan kadınlardan ileri yaştaki ebeveynlerine ve/veya varsa torunlarına bakım vermesi beklenmekte. Oysa onların da hormonal dalgalanmalardan ve fırtınalardan kurtulmasıyla çok daha verimli bir entelektüel kapasiteye ulaşma şansları var. Bu çevre ve toplum tarafından bilerek veya bilmeyerek baskılanıyor ve göz ardı ediliyor.

İşte yazar bu sağduyulu ve bilimsel eserinde tüm bu önyargılara meydan okuyor.
Bu açıdan toplumun her kesiminden insana okutulması gereken bir kitap.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçerik Üreticilerine Açık Çağrı

  Yazarlar, çevirmenler, metin yazarları, reklam yazarları… Bu çağrı, yaşamını kalemiyle idame ettiren herkese... 2003’ten bu yana yazın dünyasının farklı alanlarında çalışan biri olarak,  sizleri yapay zekâ ile içerik üretimi konusunda biraz sağduyuya davet ediyorum. 1980 doğumluyum. Analogdan dijitale geçen son neslin bir temsilcisi olarak söylüyorum: Yapay zekâ ile yazılmış metinler orijinal kalemden çıkanlarla karşılaştırıldığında sırıtıyor. İlk birkaç cümlede, birkaç anahtar kelimede kendini ele veriyor.  Ve benim gibi bunu şıp diye anlayan çok fazla içerik üreticisi var. Ne kadar uğraşsanız da, şu anki haliyle hiçbir yapay zekâya  otantik bir üslup, ruh ya da karakter kazandıramıyorsunuz. (En azından şimdilik… ) ChatGPT dahil birçok araç, “marketing” jargonuna bulanmış, keyword’lerle dolu, tanıdık, tekdüze, yapay bir dil kullanıyor. Ve bu da metinlerin güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitiriyor. Bu, özellikle de yıllanmış içerik üreticileri için kabul ...

Kaldığımız Yerden Devam

Tekrar Merhaba :) Bir süredir yazılarıma ara vermiş olsam da, kelimelerle kurduğum köprüyü yeniden inşa etmenin zamanı geldi. 2023’te bıraktığım yerden, yeni gözlemler ve taze bir bakış açısıyla devam ediyorum. Bu süreçte hem dünyada hem de kendi yaşamımda pek çok şey değişti; bu değişimlerin bana kattığı derinlik, yazılarımın da yolculuğuna yansıyacak. Bundan böyle bloğumda kitap değerlendirmelerine, iklimsel ve çevresel gelişmelere, sanatın ilham verici dünyasına dair paylaşımlara daha fazla yer vereceğim. Hem eleştirel hem de merak dolu bir gözle, okuduklarımı, gördüklerimi ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmayı dört gözle bekliyorum. Yazılarımda, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda birlikte düşünebileceğimiz, tartışabileceğimiz ve ilham alabileceğimiz bir alan açmak niyetindeyim. Nilüfer Şen Çakar

Dijital Çağda Entelektüel Üretimin Paradoksu

  Günümüz kültürel ve entelektüel üretim ortamında, sanatçılar, bilim insanları ve yazınsal/düşünsel üreticiler, yaratıcı emeklerini görünür kılma zorunluluğu ile karşı karşıya. Dijital ve sosyal medya platformlarının hegemonik etkisi, üreticileri adeta birer pazarlamacı veya reklamcı gibi hareket etmeye mecbur bırakmakta; üretimin kendisi, görünürlük stratejileri ile şekillenen bir rekabet alanına tabi kılınmaktadır. Bu durum, J. S. Mill’in “yaratıcı özgürlük” ve Hannah Arendt’in “insani faaliyetlerin hiyerarşisi” üzerine kurduğu düşünceleri çağrıştıracak biçimde, derin çalışma, odaklanma ve içe dönük üretim süreçlerini sistematik olarak baskılamakta; dolayısıyla yaratıcı potansiyelin önemli bir kısmı, görünürlük ve tanıtım zorunlulukları için tahsis edilen zamana dönüşmektedir. Sosyal medyanın zorunlulukları, üreticileri kendi alanlarının dışındaki iletişim ve PR faaliyetlerine yönlendirerek, üretken zamanın ve yaratıcı enerjinin kaybına yol açıyor. Bourdieu’nün kültürel sermaye...