Ana içeriğe atla

Kesişen Hayatlar - Kurgu mu Gerçek mi?


Öncelikle Pelin Esmer filmlerinden İşe Yarar Bir Şey'i izlediğimi belirterek söze gireyim. O nedenle bu yeni filmden de ne beklemem gerektiğini az çok tahmin ediyordum.  Film, Söke’de büyüyen ve Söke'de bir otelde çalışan genç kız ile İstanbul’da yaşayan ünlü bir yönetmenin kesişen hayatlarını anlatıyor. 
Klasik bir ünlü-hayran metni gibi düşünülebilecekken olay örgüsü tüm klişeleri yerle yeksan ediyor. Her sahne adeta basmakalıp Hollywood romantik komedilerine, epik romantizmine meydan okuyor. Spoiler olmaması açısından sahneleri bir bir açıklamayacağım. Ancak kurgu mu gerçek mi sorusunun ötesinde grift hayatlar, iç içe geçmiş hikayeler ve her karesi ince ince düşünülmüş ve dokunmuş bu esere hayran kaldım. Bir kere son sahnede kavuşan aşıklar yok, şok ve dram etkisini artırmak için aile içi şiddetin doruklarında dolaşan arabesk soslu bir anlatıma da rastlamıyorsunuz. Hikaye usul usul açılıyor. Olaylar kendini sezdiriyor. Kafamıza çakılmıyor. Psikolojik göndermeler sembolik anlatımlar sıklıkla kullanılmış. Hepsini yakalayamamış olabilirim ama baba-kız, baba-oğul, anne-oğul ilişkilerine, toplumsal katmanlar arasındaki sosyo-kültürel uçuruma, popüler kültürün esiri olmuş insanların kendilerini göstermek için çırpınışlarına, gençlikte yapılmayanların yaşlılıkta sorgulanmasına değinilen sahnelerin incelikle işlendiğini düşünüyorum. Beklediğiniz, tahmin ettiğiniz hiçbir şeyin olmadığı ama olanların da sizi şaşırtmadığı türden bir hikaye. Tanıdık insan hikayelerinin her birine dokunulan ve yaşanmamışlıklara hayıflanan durgun, uyuşmuş hatta neredeyse hissizleşmiş insancıkların acıklı ama bir o kadar da ümitvar bir havası var metnin. Giriş- gelişme -sonuç beklemeyin. Kendinizi izlerken akışa bırakın yeter...

Sevgiler

Film Değerlendirmesi: Nilüfer Şen Çakar

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçerik Üreticilerine Açık Çağrı

  Yazarlar, çevirmenler, metin yazarları, reklam yazarları… Bu çağrı, yaşamını kalemiyle idame ettiren herkese... 2003’ten bu yana yazın dünyasının farklı alanlarında çalışan biri olarak,  sizleri yapay zekâ ile içerik üretimi konusunda biraz sağduyuya davet ediyorum. 1980 doğumluyum. Analogdan dijitale geçen son neslin bir temsilcisi olarak söylüyorum: Yapay zekâ ile yazılmış metinler orijinal kalemden çıkanlarla karşılaştırıldığında sırıtıyor. İlk birkaç cümlede, birkaç anahtar kelimede kendini ele veriyor.  Ve benim gibi bunu şıp diye anlayan çok fazla içerik üreticisi var. Ne kadar uğraşsanız da, şu anki haliyle hiçbir yapay zekâya  otantik bir üslup, ruh ya da karakter kazandıramıyorsunuz. (En azından şimdilik… ) ChatGPT dahil birçok araç, “marketing” jargonuna bulanmış, keyword’lerle dolu, tanıdık, tekdüze, yapay bir dil kullanıyor. Ve bu da metinlerin güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitiriyor. Bu, özellikle de yıllanmış içerik üreticileri için kabul ...

Kaldığımız Yerden Devam

Tekrar Merhaba :) Bir süredir yazılarıma ara vermiş olsam da, kelimelerle kurduğum köprüyü yeniden inşa etmenin zamanı geldi. 2023’te bıraktığım yerden, yeni gözlemler ve taze bir bakış açısıyla devam ediyorum. Bu süreçte hem dünyada hem de kendi yaşamımda pek çok şey değişti; bu değişimlerin bana kattığı derinlik, yazılarımın da yolculuğuna yansıyacak. Bundan böyle bloğumda kitap değerlendirmelerine, iklimsel ve çevresel gelişmelere, sanatın ilham verici dünyasına dair paylaşımlara daha fazla yer vereceğim. Hem eleştirel hem de merak dolu bir gözle, okuduklarımı, gördüklerimi ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmayı dört gözle bekliyorum. Yazılarımda, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda birlikte düşünebileceğimiz, tartışabileceğimiz ve ilham alabileceğimiz bir alan açmak niyetindeyim. Nilüfer Şen Çakar

Dijital Çağda Entelektüel Üretimin Paradoksu

  Günümüz kültürel ve entelektüel üretim ortamında, sanatçılar, bilim insanları ve yazınsal/düşünsel üreticiler, yaratıcı emeklerini görünür kılma zorunluluğu ile karşı karşıya. Dijital ve sosyal medya platformlarının hegemonik etkisi, üreticileri adeta birer pazarlamacı veya reklamcı gibi hareket etmeye mecbur bırakmakta; üretimin kendisi, görünürlük stratejileri ile şekillenen bir rekabet alanına tabi kılınmaktadır. Bu durum, J. S. Mill’in “yaratıcı özgürlük” ve Hannah Arendt’in “insani faaliyetlerin hiyerarşisi” üzerine kurduğu düşünceleri çağrıştıracak biçimde, derin çalışma, odaklanma ve içe dönük üretim süreçlerini sistematik olarak baskılamakta; dolayısıyla yaratıcı potansiyelin önemli bir kısmı, görünürlük ve tanıtım zorunlulukları için tahsis edilen zamana dönüşmektedir. Sosyal medyanın zorunlulukları, üreticileri kendi alanlarının dışındaki iletişim ve PR faaliyetlerine yönlendirerek, üretken zamanın ve yaratıcı enerjinin kaybına yol açıyor. Bourdieu’nün kültürel sermaye...