Fotoğraf, benim için yalnızca bir hobi değil, hayatın farklı dönemlerinde eşlik eden sessiz bir yol arkadaşı oldu her zaman. Analog makinelerin cızırtılı deklanşör sesinden, karanlık odanın büyülü kırmızı ışığına; gümüş tuzlarının kâğıt üzerinde ağır ağır şekillenişinden dijital ekranlarda parlayan binlerce piksele kadar uzanan bir serüvenin içinde zamanın ne çabuk geçtiğini ve çağın nasıl dönüştüğünü yeniden ve hayretle fark ediyorum.
Sokaklarda deklanşöre basarken hep insanların mahremiyetine saygı duyma zorunluluğunu hissettim. Habersiz çekilen portrelerin, ne kadar güçlü olursa olsun, etik bir boşluk taşıdığına inandım. İzin alınarak çekilen kareler ise çoğu zaman doğallığını kaybediyor, bakışlarda bir tür farkındalık, bir poz kırıntısı kalıyor. Belki de bu yüzden, en sahici anlar hep fark edilmeden yaşanıyor, ama deklanşör onları çoğu zaman ıskalıyor.
Fotoğrafın belki de en güzel yanı, yalnızca görüntüyü değil, zamanı da saklaması. Eskiden albümlerimiz vardı; deri kapaklı, sayfalarına özenle yapıştırdığımız, yanına belki küçük notlar düştüğümüz albümler… Onlar sadece görsellerden ibaret değildi; ailece bakıldığında bir ritüele dönüşen, dost meclislerinde açılıp paylaşıldığında sohbetin ana damarını oluşturan samimi hafıza kutularıydı. Bir fotoğraf albümünü karıştırmak, aslında zamanı elle tutulur hâle getirmekti.
Bugünse dijital çağın sunduğu kolaylıklarla binlerce kare çekiyoruz. Cep telefonlarımızın hafızasında biriken bu görsel kalabalık, yeni bir telefon alındığında ya da bilgisayar çöktüğünde azar azar silinip gidiyor. Düzenli bir arşiv alışkanlığımız yoksa, kaybolan yalnızca dosyalar değil; bir daha geri gelmeyecek anılar oluyor. Dijital çerçevelerde kayan slayt gösterileri, anıları yeniden canlandırıyor belki ama albümün verdiği o sıcaklık, o dokunsallık eksik kalıyor. Tıpkı bir kitabı elimize alıp okumanın, ekrandan okumaktan daha derin ve kalıcı olması gibi…
Fotoğraf, deklanşörle dondurulmuş bir an olmanın ötesinde, hafızamızın hem görsel hem duygusal bir kaydı aslında. Belki de bu yüzden hâlâ bir kareyi saklamanın en içten yolunun, onu basılı bir albümde korumak olduğuna inanıyorum. Çünkü dijital arşivler uçup gidiyor ama ellerimizle çevirdiğimiz sayfalarda zaman, sessizce bizimle yaşamaya devam ediyor.
Nilüfer Şen Çakar

Yorumlar
Yorum Gönder