Dijital çağın en büyük paradokslarından biri, sınırsız erişimin bizlere sınırsız sorumluluk vehmettiriyor olması. İnternet sayesinde dünyanın en uzak köşesindeki bir olayı saniyeler içinde öğreniyor, her habere, her gelişmeye kolaylıkla ulaşabiliyoruz. Bu da, çoğu zaman farkında olmadan, bizleri bir sorumluluk yanılgısına sürüklüyor. Sanki her şeye müdahil olabilirmişiz, her kötülüğü önleyebilirmişiz, her adaletsizliği düzeltebilirmişiz gibi bir yanılsama içinde yaşıyoruz.
Bu duygu hali, aslında bir çeşit “dünyayı kurtaran adam” kompleksi. Sosyal medyada paylaştığımız bir hikâyenin, dünyanın öbür ucundaki trajediyi değiştirebileceğine inanmak çoğu zaman safiyane bir tavır. Elbette “hiçbir şey yapmayalım” demek değil bu. Tam aksine, bireysel olarak yapabileceklerimizin farkına varmak ve dar etki alanlarımızda sorumluluk almak çok kıymetli. Deniz yıldızının hikâyesinde olduğu gibi...Kıyıya vuran milyonlarcası içinden yalnızca birini denize geri atabilmek bile, o bir can için dünyaları değiştirir. Aynı şekilde, herkes kendi kapısının önünü süpürdüğünde, daha yaşanabilir bir çevre, daha insancıl bir toplum mümkün olur.
Ne var ki, bu bilinçli çabanın sınırlarını bilmek de bir erdemdir. “Her şeyi değiştirebilirim” yanılgısı, zaman zaman insanı Tanrı kompleksine sürükler. Oysa gerçek bilgelik, değiştiremeyeceğimiz şeyleri kabullenebilmekte gizlidir. Stoacıların asırlardır vurguladığı gibi kontrolümüz dışında kalan şeyleri olduğu gibi bırakabilmek, fakat kontrolümüz dahilinde olanlara tüm gücümüzle odaklanmak, insanın hem ruhsal sağlığını hem de toplumsal katkısını koruyan en dengeli yoldur.
Sonuçta mesele, dünyanın yükünü tek başımıza sırtlanmaya çalışmak değil; kendi küçük dünyamızda anlamlı dokunuşlar yaratabilmekte. Ne fazlası elimizde, ne de eksiği önemsiz. Ve belki de asıl bilgelik, bunu idrak edebilmekte.
Nilüfer Şen Çakar
Yorumlar
Yorum Gönder