Ana içeriğe atla

IPCC NEDEN ÖNEMLİ?



HÜKÜMETLER ARASI İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ PANELİ 

IPCC 

"Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından 1988 yılında kuruldu. Grup 100'den fazla ülkeden 1000'den fazla bilim insanı ve uzmandan oluşmaktadır. Bu grup buluştukları zaman iklim değişikliği konusunda araştırma yapmaz. Bunun yerine grup, yayımlanmış mevcut bilimsel çalışmaların ışığında iklim değişikliği raporları yazar. Bu raporlar, karar alma sürecine yardımcı olmak üzere dünya genelinde hükümet yetkilileri tarafından kullanılır. Ekim 2007'de IPCC'nin iklim değişikliği hakkında bilgi oluşturma ve paylaşma çabaları Eski ABD Başkanı Yardımcısı Al Gore ile birlikte Nobel Barış Ödülü'ne layık görüldü. 

IPCC 2007 Raporu küresel ısınmanın "kesin" diğer bir deyişle, tartışılmaz olduğu sonucuna varmıştır. IPCC raporu ayrıca 20. yüzyılın ortalarından beri küresel ortalama sıcaklıklarda gözlenen artışın insan faaliyetlerinden kaynaklanan artan sera gazı değişimleri nedeniyle "büyük ihtimalle" olduğunu belirtmektedir. IPCC raporundaki "büyük ihtimalle" ibaresi, sıcaklıktaki gözlenen artışa en az %90 ihtimalle insanların sebep olduğudur."

Bu alıntıyı paylaşmamın nedeni halen "Küresel İklim Değişikliği Var mı Yok Mu?", "İklim Değişikliği Antropojenik mi Değil Mi?" sorularına yanıt vermek istememdi. Bazen gün gibi aşikar olayları sanal tartışmalara döküp, polemiklerle yıpratmaya çalışanlar oluyor. Bazen de bir terimi tekrarlayınca kelimeler anlamını yitiriyor. İklim değişikliği de Çevre Koruma gibi tekrarlana tekrarlana anlamını yitirme tehlikesiyle karşı karşıya. Bu kadar gündemde olup çözüme bir o kadar uzak olan başka bir problemi var mı dünyanın acaba? Soruyu sordum ama maalesef var. O başka yazıların konusu. 

Not: Bundan böyle İklim Değişikliği ve Krizi, Meteorolojik Etmenler gibi konularda daha çok paylaşım yapacağım. 

Kaynak: Meteoroloji - Atmosferimizi Anlamak 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçerik Üreticilerine Açık Çağrı

  Yazarlar, çevirmenler, metin yazarları, reklam yazarları… Bu çağrı, yaşamını kalemiyle idame ettiren herkese... 2003’ten bu yana yazın dünyasının farklı alanlarında çalışan biri olarak,  sizleri yapay zekâ ile içerik üretimi konusunda biraz sağduyuya davet ediyorum. 1980 doğumluyum. Analogdan dijitale geçen son neslin bir temsilcisi olarak söylüyorum: Yapay zekâ ile yazılmış metinler orijinal kalemden çıkanlarla karşılaştırıldığında sırıtıyor. İlk birkaç cümlede, birkaç anahtar kelimede kendini ele veriyor.  Ve benim gibi bunu şıp diye anlayan çok fazla içerik üreticisi var. Ne kadar uğraşsanız da, şu anki haliyle hiçbir yapay zekâya  otantik bir üslup, ruh ya da karakter kazandıramıyorsunuz. (En azından şimdilik… ) ChatGPT dahil birçok araç, “marketing” jargonuna bulanmış, keyword’lerle dolu, tanıdık, tekdüze, yapay bir dil kullanıyor. Ve bu da metinlerin güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitiriyor. Bu, özellikle de yıllanmış içerik üreticileri için kabul ...

Kaldığımız Yerden Devam

Tekrar Merhaba :) Bir süredir yazılarıma ara vermiş olsam da, kelimelerle kurduğum köprüyü yeniden inşa etmenin zamanı geldi. 2023’te bıraktığım yerden, yeni gözlemler ve taze bir bakış açısıyla devam ediyorum. Bu süreçte hem dünyada hem de kendi yaşamımda pek çok şey değişti; bu değişimlerin bana kattığı derinlik, yazılarımın da yolculuğuna yansıyacak. Bundan böyle bloğumda kitap değerlendirmelerine, iklimsel ve çevresel gelişmelere, sanatın ilham verici dünyasına dair paylaşımlara daha fazla yer vereceğim. Hem eleştirel hem de merak dolu bir gözle, okuduklarımı, gördüklerimi ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmayı dört gözle bekliyorum. Yazılarımda, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda birlikte düşünebileceğimiz, tartışabileceğimiz ve ilham alabileceğimiz bir alan açmak niyetindeyim. Nilüfer Şen Çakar

Dijital Çağda Entelektüel Üretimin Paradoksu

  Günümüz kültürel ve entelektüel üretim ortamında, sanatçılar, bilim insanları ve yazınsal/düşünsel üreticiler, yaratıcı emeklerini görünür kılma zorunluluğu ile karşı karşıya. Dijital ve sosyal medya platformlarının hegemonik etkisi, üreticileri adeta birer pazarlamacı veya reklamcı gibi hareket etmeye mecbur bırakmakta; üretimin kendisi, görünürlük stratejileri ile şekillenen bir rekabet alanına tabi kılınmaktadır. Bu durum, J. S. Mill’in “yaratıcı özgürlük” ve Hannah Arendt’in “insani faaliyetlerin hiyerarşisi” üzerine kurduğu düşünceleri çağrıştıracak biçimde, derin çalışma, odaklanma ve içe dönük üretim süreçlerini sistematik olarak baskılamakta; dolayısıyla yaratıcı potansiyelin önemli bir kısmı, görünürlük ve tanıtım zorunlulukları için tahsis edilen zamana dönüşmektedir. Sosyal medyanın zorunlulukları, üreticileri kendi alanlarının dışındaki iletişim ve PR faaliyetlerine yönlendirerek, üretken zamanın ve yaratıcı enerjinin kaybına yol açıyor. Bourdieu’nün kültürel sermaye...