Ana içeriğe atla

GRAFİTİ - SOKAK SANATI



Grafiti dendiğinde aklınıza neler geliyor? Sokak sanatı? Kamusal Alan? Yaratıcılık? Başkaldırı? Belki anarşizm veya vandalizm? Hepsi? Hiçbiri? Hadi yapmayın. Bugün sokaklarda görmedik rastlamadık diyemeyiz hiçbirimiz. He belki görmezden geliyoruz diyenleriniz olacaktır. Ancak kabul edelim grafiti artık hayatımızın bir parçası belki de vazgeçilmezi. Banksy ile ilgili tartışmalar bir yana (ki hakkında o kadar çok konuşuldu, yazıldı, çizildi, şehir efsaneleri türetildi ki ben artık ona burada değinmeyeceğim. Şimdiden çok fazla bile konuşmuş oldum:) Kapa parantez. 

Son iki üç yıldır İstanbul'un dört bir yanında ve gittiğim yabancı ülkelerde kelimenin tam anlamıyla grafiti peşinde koşuyorum. Yeni bir şehre gittiğimde ne yenir, ne içilir, nerede kalınırdan önce hangi semtinde veya sokaklarında grafitiye rastlarım diye araştırma yapıyorum. Grafiti arayayım derken yolumu bile kaybetmişliğim vardır. Urban Art/Street Art  yani sokak sanatı yapanlar kadar bir de benim gibi bunları fotoğraflamak için yakından takip eden ve adım adım izleyen fotoğrafçı tayfası var. Dünyada "urban photographers" diye bir akım var. Bunlar -ki buna ben de dahilim- baya ciddi riskler alarak terkedilmiş binalara, istasyonlara, limanlara vs giderek sokak yazıları ve grafiti kovalar. 


Bazen benimle yola çıkan eş dost akraba benim bu grafiti fotoğraflama takıntım yüzünden isyan bayrağını çekmedi değil. Özellikle kardeşim "Grafitileri fotoğraflayacağım derken başını belaya sokacaksın" diye endişeleniyor:) Bu kadar evham ve vesveseye gerek var mı? Yok. Öte yandan grafiti benim için ne anlam taşıyor önce ondan bahsedeyim. Derin uykularımızda uyuduğumuz sıralarda birtakım yaratıcı ve dışavurumcu insanlar/sanatçılar soğuk, kar, kış demeden ışıklandırma tertibatları, boya malzemeleri ve dahi maceraperestlikleriyle şehrin duvarlarını renklendiriyor. Şimdi tabi burada yerel yetkililer, belediyeler, otoriteler bana kızacak/kızabilir. Düşüncem şu ki şehrin gri, solgun, cansız duvarlarını renklendiriyor bu grafiti ustaları. Bir sabah kalkıyorsunuz her gün önünden geçtiğiniz duvarda etkileyici bir çizim. Mutlu oluyorsunuz. Ertesi sabah bir de bakmışsınız ki yok. Boyanmış. Birileri yapıyor. Birileri siliyor. Ne yapanı eleştirebilirim ne de sileni. Çünkü kamusal alan denilen birşey var ve bu halkın vergileriyle şekillendiriliyor.

Halkın bir kısmı "Ben duvarlarda bu acayip şekilleri görmek istemiyorum" diyebilir. Halk nezdinde insanlar "çiçek, böcek" gibi daha "kabul edilebilir" ve "alışılmış" motifler görmek isteyebilir. Fakat yaratıcılık böyle birşey değil. Grafiti sanatçıları "alışılmışın dışında, etkileyici ve hatta bazen rahatsız edici" olabilen şeyler de çiziyor. Zaten sanat da biraz böyle birşey değil mi? Anladığını beğenmekten ziyade etkilendiğin/etkileyebilen birşey çoğu zaman. Dar kalıplarda düşüneceksek sanata ne gerek var?


Belediye görevlileri için de ayrıca zor bir durum. Grafiticiler çiziyor. Onlar üzerini boyuyor kapatıyor. Süregiden bir mücadele. Tabi buna izin veren ve/veya belli bir maaş karşılığında grafiti yaptırmak için özel alan ayıran belediyeler de var. Ama bu aklımıza şu soruyu getiriyor. Bir belediye ya da otorite tarafından maaş bağlanılarak yapılan sanatın içeriği ne kadar özgür ve özgün olabilir? Bunlar tartışılır. 

Bir de kendi dükkanının / mağazasının / mekanının önünü veya duvarlarını gönüllü olarak grafiti sanatçısından destek alarak dekore eden işletmeciler var. Örneği aşağıdadır:



Günün sonunda aklıma gelen şu: "Guerilla Marketing" dünya çapında kabul edilen bir unsur olduysa Grafiti de var olmaya devam edecektir. İster bir tepki deyin buna ister dışavurum. 

Fotoğraflar: Nilüfer Şen 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçerik Üreticilerine Açık Çağrı

  Yazarlar, çevirmenler, metin yazarları, reklam yazarları… Bu çağrı, yaşamını kalemiyle idame ettiren herkese... 2003’ten bu yana yazın dünyasının farklı alanlarında çalışan biri olarak,  sizleri yapay zekâ ile içerik üretimi konusunda biraz sağduyuya davet ediyorum. 1980 doğumluyum. Analogdan dijitale geçen son neslin bir temsilcisi olarak söylüyorum: Yapay zekâ ile yazılmış metinler orijinal kalemden çıkanlarla karşılaştırıldığında sırıtıyor. İlk birkaç cümlede, birkaç anahtar kelimede kendini ele veriyor.  Ve benim gibi bunu şıp diye anlayan çok fazla içerik üreticisi var. Ne kadar uğraşsanız da, şu anki haliyle hiçbir yapay zekâya  otantik bir üslup, ruh ya da karakter kazandıramıyorsunuz. (En azından şimdilik… ) ChatGPT dahil birçok araç, “marketing” jargonuna bulanmış, keyword’lerle dolu, tanıdık, tekdüze, yapay bir dil kullanıyor. Ve bu da metinlerin güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitiriyor. Bu, özellikle de yıllanmış içerik üreticileri için kabul ...

Kaldığımız Yerden Devam

Tekrar Merhaba :) Bir süredir yazılarıma ara vermiş olsam da, kelimelerle kurduğum köprüyü yeniden inşa etmenin zamanı geldi. 2023’te bıraktığım yerden, yeni gözlemler ve taze bir bakış açısıyla devam ediyorum. Bu süreçte hem dünyada hem de kendi yaşamımda pek çok şey değişti; bu değişimlerin bana kattığı derinlik, yazılarımın da yolculuğuna yansıyacak. Bundan böyle bloğumda kitap değerlendirmelerine, iklimsel ve çevresel gelişmelere, sanatın ilham verici dünyasına dair paylaşımlara daha fazla yer vereceğim. Hem eleştirel hem de merak dolu bir gözle, okuduklarımı, gördüklerimi ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmayı dört gözle bekliyorum. Yazılarımda, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda birlikte düşünebileceğimiz, tartışabileceğimiz ve ilham alabileceğimiz bir alan açmak niyetindeyim. Nilüfer Şen Çakar

Dijital Çağda Entelektüel Üretimin Paradoksu

  Günümüz kültürel ve entelektüel üretim ortamında, sanatçılar, bilim insanları ve yazınsal/düşünsel üreticiler, yaratıcı emeklerini görünür kılma zorunluluğu ile karşı karşıya. Dijital ve sosyal medya platformlarının hegemonik etkisi, üreticileri adeta birer pazarlamacı veya reklamcı gibi hareket etmeye mecbur bırakmakta; üretimin kendisi, görünürlük stratejileri ile şekillenen bir rekabet alanına tabi kılınmaktadır. Bu durum, J. S. Mill’in “yaratıcı özgürlük” ve Hannah Arendt’in “insani faaliyetlerin hiyerarşisi” üzerine kurduğu düşünceleri çağrıştıracak biçimde, derin çalışma, odaklanma ve içe dönük üretim süreçlerini sistematik olarak baskılamakta; dolayısıyla yaratıcı potansiyelin önemli bir kısmı, görünürlük ve tanıtım zorunlulukları için tahsis edilen zamana dönüşmektedir. Sosyal medyanın zorunlulukları, üreticileri kendi alanlarının dışındaki iletişim ve PR faaliyetlerine yönlendirerek, üretken zamanın ve yaratıcı enerjinin kaybına yol açıyor. Bourdieu’nün kültürel sermaye...