Ana içeriğe atla

FİLOZOFLARIN KARNI



FİLOZOFLARIN KARNI

Michel Onfray

Can Yayınları 

1. Basım 2010

ISBN : 978 975 071 232 6
160 Sayfa


Mide yoluyla felsefeye nüfuz etmek mümkün mü? sorusuyla başlıyor tanıtım. Şu şekilde devam ediyor:

"Michel Onfray, okuru alternatif bir felsefe yolculuğuna çıkarıyor bu kitabında. Gelmiş geçmiş en ünlü felsefecilerin düşüncelerini, sevdikleri yemekler üzerinden okuyor. Kant, Nietzsche, Marinetti ve Sade hangi yemekleri severlerdi ve bu yemekler onları nasıl etkiledi? Çiğ ahtapot yemeyi sevmese Diogenes uygarlığa düşman olur muydu? Rousseau sürekli süt ürünleri yemek zorunda olmasa azla yetinmeye bunca methiye düzer miydi? Kâbuslarında devamlı yengeçler gören Sartre, hayat boyu kabuklulardan tiksinmesinin bedelini ödemedi mi?

Onfray kışkırtıcı, eğlenceli sorular soruyor Filozofların Karnı'nda: Acaba zihnimiz kadar midemiz de düşünür mü? Tarihimizi, özellikle düşünce tarihimizi hakkını yediğimiz midemizle bir kez daha düşünmek yararlı olmaz mı?

Filozofların Karnı, felsefeyle ilgilenen okurlar için bambaşka bir tat; felsefeden korkanlar içinse lezzetli bir başlangıç. Belki de Marx'ın önermesi doğrulanıyor böylece: İnsan ne yerse odur"

Bu kış oturup bu yaratım süreci nasıl olur, filozoflar ne yer ne içer, nasıl yaşar, ne hisseder diye düşünürken bulduğum kitaplardan biri daha. Tabi kitap Kant şunu yerdi, Nietzsche şunu içerdi şeklinde bir kitap değil. Yeme içme kültürü üzerinden bir sorgulama ve değerlendirme söz konusu. Bazı yerlerde anlamakta güçlük çektiğimi söyleyeyim. Fakat çok enteresan bir yaklaşım olmuş. 

Ne yiyip içmemiz gerektiğine dair her kafadan bir ses çıktığı günümüzde genetiğiyle oynanmış tohum meselesi bir yanda, organik gıda pazarı (ne kadar organik?) meselesi diğer tarafta. Bu kitapta ise henüz böyle dertlerin olmadığı zamanlara gidiliyor. 

Ben kendi adıma "Bırak dağınık kalsın" felsefesini benimsedim. Yine de işlenmiş (refined) gıdalardan, gazlı içeceklerden uzak duruyorum;)

Kitap Değerlendirmesi: Nilüfer Şen 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçerik Üreticilerine Açık Çağrı

  Yazarlar, çevirmenler, metin yazarları, reklam yazarları… Bu çağrı, yaşamını kalemiyle idame ettiren herkese... 2003’ten bu yana yazın dünyasının farklı alanlarında çalışan biri olarak,  sizleri yapay zekâ ile içerik üretimi konusunda biraz sağduyuya davet ediyorum. 1980 doğumluyum. Analogdan dijitale geçen son neslin bir temsilcisi olarak söylüyorum: Yapay zekâ ile yazılmış metinler orijinal kalemden çıkanlarla karşılaştırıldığında sırıtıyor. İlk birkaç cümlede, birkaç anahtar kelimede kendini ele veriyor.  Ve benim gibi bunu şıp diye anlayan çok fazla içerik üreticisi var. Ne kadar uğraşsanız da, şu anki haliyle hiçbir yapay zekâya  otantik bir üslup, ruh ya da karakter kazandıramıyorsunuz. (En azından şimdilik… ) ChatGPT dahil birçok araç, “marketing” jargonuna bulanmış, keyword’lerle dolu, tanıdık, tekdüze, yapay bir dil kullanıyor. Ve bu da metinlerin güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitiriyor. Bu, özellikle de yıllanmış içerik üreticileri için kabul ...

Kaldığımız Yerden Devam

Tekrar Merhaba :) Bir süredir yazılarıma ara vermiş olsam da, kelimelerle kurduğum köprüyü yeniden inşa etmenin zamanı geldi. 2023’te bıraktığım yerden, yeni gözlemler ve taze bir bakış açısıyla devam ediyorum. Bu süreçte hem dünyada hem de kendi yaşamımda pek çok şey değişti; bu değişimlerin bana kattığı derinlik, yazılarımın da yolculuğuna yansıyacak. Bundan böyle bloğumda kitap değerlendirmelerine, iklimsel ve çevresel gelişmelere, sanatın ilham verici dünyasına dair paylaşımlara daha fazla yer vereceğim. Hem eleştirel hem de merak dolu bir gözle, okuduklarımı, gördüklerimi ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmayı dört gözle bekliyorum. Yazılarımda, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda birlikte düşünebileceğimiz, tartışabileceğimiz ve ilham alabileceğimiz bir alan açmak niyetindeyim. Nilüfer Şen Çakar

Dijital Çağda Entelektüel Üretimin Paradoksu

  Günümüz kültürel ve entelektüel üretim ortamında, sanatçılar, bilim insanları ve yazınsal/düşünsel üreticiler, yaratıcı emeklerini görünür kılma zorunluluğu ile karşı karşıya. Dijital ve sosyal medya platformlarının hegemonik etkisi, üreticileri adeta birer pazarlamacı veya reklamcı gibi hareket etmeye mecbur bırakmakta; üretimin kendisi, görünürlük stratejileri ile şekillenen bir rekabet alanına tabi kılınmaktadır. Bu durum, J. S. Mill’in “yaratıcı özgürlük” ve Hannah Arendt’in “insani faaliyetlerin hiyerarşisi” üzerine kurduğu düşünceleri çağrıştıracak biçimde, derin çalışma, odaklanma ve içe dönük üretim süreçlerini sistematik olarak baskılamakta; dolayısıyla yaratıcı potansiyelin önemli bir kısmı, görünürlük ve tanıtım zorunlulukları için tahsis edilen zamana dönüşmektedir. Sosyal medyanın zorunlulukları, üreticileri kendi alanlarının dışındaki iletişim ve PR faaliyetlerine yönlendirerek, üretken zamanın ve yaratıcı enerjinin kaybına yol açıyor. Bourdieu’nün kültürel sermaye...