Ana içeriğe atla

KİŞİNEV GÜNCESİ



Bu yıl yolum iki kez Kişinev'e düştü. Kişinev Moldova Cumhuriyetinin başkenti. Yolculuk İstanbul'dan uçakla bir saatten biraz daha uzun sürüyor. Vize istenmiyor. Havaalanından ulaşım genellikle taksi ile sağlanıyor. İstanbul'daki kadar yoğun bir taksi trafiği yok. O nedenle alandan taksi durağını aratıp araç çağırmakta fayda var.


(Fotoğraf: Nilüfer Şen)


Taksi şoförleri genellikle İngilizce bilmiyor. Ancak navigasyonu açıp gideceğiniz yeri haritadan gösterdiğinizde sorun yaşamazsınız. Tam adresin bir çıktısını yanınıza almanız da iyi olur. Zira sokak ve cadde isimleri veya numaraları eksiksiz söylemek gerekiyor. İstanbul'daki gibi "Hele bir yola çıkalım da yol üstünde sağa sola sorarız." yani kervan yolda düzülür mantığıyla taksiye binmek maceraperestlik olur.

Şimdi diyelim varmak istediğiniz otel bir şehir oteli. Mesela Villa Rossa Hotel. Küçük şirin bir yer. Aile işletmesi tarzında. Booking.com'dan ayrılabilecek oda sayısı sınırlı. Personel çat pat İngilizce biliyor. Fakat yardımsever, güleryüzlü ve nazik yaklaşımlarıyla bu eksiği kapatıyorlar. Resepsiyonun gerisinde üç dört masadan oluşan küçük bir kahvaltı salonu var. Odalar standart ve suit şeklinde düzenlenmiş. 


(Fotoğraf: Nilüfer Şen)


Şehir sokaklarına gelince...İnsanlar kendi halinde. Sessiz sakin. Turiste pek alışkın değiller ama dünyanın en absürd kıyafetiyle bile sokağa çıksanız kimse dönüp de size bakmaz. Klasik bir Avrupa kentinde olduğu gibi ayağınızı yola attığınız anda arabalar durup sabırla karşıdan karşıya geçmenizi bekliyor. Yeni araba görmeniz biraz zor. Kredili lüks araba satışlarından nasiplerini almamışlar besbelli. Ulaşım genellikle otobüslerle sağlanıyor. Yoldan taksi çevireyim demek beyhude bir çaba. Itaksi uygulamasını kullanmak yararlı olabilir. 

Bolca marketleri var. Fiyatlar da oldukça uygun. Yerel markalar denenebilir. El kremleri, sabunlar, çorap vs gibi ihtiyaçlar için bir çok seçenek var. Yalnız önce markalı mağazalardan alışveriş yapayım ardından da bir Starbucks veya Nero'da kahvemi içerim derseniz bol şans. Turistler için dışarıdan anlaşılması biraz zor da olsa çokça pasaj var. Her türlü giyim ihtiyacı buradan karşılanabilir. Beşiktaş veya Kadıköy çarşısındaki pasajlara benzettim ben bunları. Ancak ufak bir uyarı. Para birimi Lei. Bir TL yaklaşık 3 Moldova Lei. Genellikle pasajlarda ve daha sonra bahsedeceğim kahvecilerde kartla ödeme yapılmıyor. Ödemeleri peşin ve lei cinsinden istiyorlar. Dolarla giderseniz de Lei'ye çevirmeniz gerekiyor. Dolayısıyla cebinizde yerel para bulundurun. Sonra sağda solda döviz bürosu ararsınız ya da ancak Kişinev Merkezdeki Radisson Blu'da dolar bozdurabilirsiniz. 


(Fotoğraf: Nilüfer Şen)


Şimdi gelelim kahvecilere. Coffee shoplar yani. Gelemeyeceğiz çünkü öyle bir kültür yok. Yine dışarıdan kafe olduğu biraz zor anlaşılan birkaç mekan var ama öyle dışarıya atılmış masalar, sokaktan geleni geçeni izleyebileceğiniz turistik yerler değil. Ama kafe olduğunu dikkatlice bakarsanız anlayabilirsiniz. Bunun için biraz mahçup olmayı göze alıp camekanlara yaklaşmanız ve içeri bakmanız gerekecektir. Bu şekilde birkaç kahveci keşfettim. Baktım marka mekanlardan aşağı kalır yanı yok. Aslında şehirde keyif yapma, uzun uzun oturup kahve içme kültürü yok. Bu kötü veya iyi değil. Sadece yaşam biçimi farkı. Öte yandan insanlar saatlerce kahvecilerde, çay bahçelerinde oturmuyor diye çılgınlar gibi koşuşturduklarını da sanmayın. Zaten sokaklar kalabalık değil. En işlek caddede bile bariz bir huzur var. Keşmekeş, curcuna, deli gibi kornaya basarak iletişim kurmaya çalışan, el kol sallayan, dörtlüleri yakıp olmadık yere park eden şoförler bu şehirde yok. 

Ben dolaşırken sokaklarda tek tük de olsa grafitilere rastladım. Artı hiç ummadığınız yerde güzel bir çizim veya bir heykelle karşılaşmanız da mümkün. Ayrıca minik kahve arabaları var. Uygun fiyata küçük, orta veya büyük boy kahvenizi biraz sıra bekleyerek alıp yolunuza devam edebilirsiniz. Markete uğrarsanız şekerleme cennetiyle karşılaşırsınız. Karatay Hocam kızmasın ama şekere tövbe etmiş biri bile o dükkanlarda gördüğü çeşitler nedeniyle şeker komasına girebilir.

Kişinev şaraplarıyla ünlü. Krikova, Timbrus, Purcari ilk aklıma gelenlerden. Ben en çok Timbrus'u sevdim. Ne tatlı ne ekşi. Yumuşak bir içimi var. Aroması hoşuma gitti. Yeme içme kültürü dediğimizde birkaç İtalyan restoranı var. Andy's Pizza zinciri var. Onun haricinde markete gittiğinizde her türlü salata, hamur işi, et, süt ve balık ürünlerini bulmanız mümkün. Sarımsaklı ekmeklerini denemenizi tavsiye ederim. Meyveli yoğurt diye aldığınız şey yağlı, baharatlı ve tuzlu çıkarsa şaşırmayın. Vakumlu poşette kurutulmuş balık satılıyor. Çok kılçıklıydı. Ayıklarken bir kılçığı atlamışım. Boğazıma takıldı. Suyla yutana kadar gözümden yaş geldi. Ama yiyen yiyor. Alışkanlık meselesi. Ben pek sevemedim. Yine vakumlu poşetlerde soslu tavuk butu satılıyor. O da biraz ağır gelebilir. Fakat mantı ve lahana sarması benzeri şeyler de var. Onlar hafif ve lezzetli. Tek kişiyseniz bir elma, bir muz alıp çıkabilirsiniz. Markette ölçüm tartım müşteriye ait. Sebze meyvelerin kodları üzerlerinde yazıyor. Aldığınız şeyi poşete koyup tarttıktan sonra kodu giriyorsunuz ve çıkan etiketi poşete yapıştırıyorsunuz. Çok kolay değil mi? Kasada ortamı migros sanıp tartılmayan şekerlerimi geri bırakmak zorunda kaldığımda bu basit detay içime oturdu. Siz aynı şeyi yaşamayın:)

Ben size şehirde günlük yaşamdan bahsettim. Gezilip görülmesi gereken tarihi ve turistik yerleri siz zaten gezi sitelerinden bulursunuz. 

Şehir Değerlendirmesi: Nilüfer Şen 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçerik Üreticilerine Açık Çağrı

  Yazarlar, çevirmenler, metin yazarları, reklam yazarları… Bu çağrı, yaşamını kalemiyle idame ettiren herkese... 2003’ten bu yana yazın dünyasının farklı alanlarında çalışan biri olarak,  sizleri yapay zekâ ile içerik üretimi konusunda biraz sağduyuya davet ediyorum. 1980 doğumluyum. Analogdan dijitale geçen son neslin bir temsilcisi olarak söylüyorum: Yapay zekâ ile yazılmış metinler orijinal kalemden çıkanlarla karşılaştırıldığında sırıtıyor. İlk birkaç cümlede, birkaç anahtar kelimede kendini ele veriyor.  Ve benim gibi bunu şıp diye anlayan çok fazla içerik üreticisi var. Ne kadar uğraşsanız da, şu anki haliyle hiçbir yapay zekâya  otantik bir üslup, ruh ya da karakter kazandıramıyorsunuz. (En azından şimdilik… ) ChatGPT dahil birçok araç, “marketing” jargonuna bulanmış, keyword’lerle dolu, tanıdık, tekdüze, yapay bir dil kullanıyor. Ve bu da metinlerin güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitiriyor. Bu, özellikle de yıllanmış içerik üreticileri için kabul ...

Kaldığımız Yerden Devam

Tekrar Merhaba :) Bir süredir yazılarıma ara vermiş olsam da, kelimelerle kurduğum köprüyü yeniden inşa etmenin zamanı geldi. 2023’te bıraktığım yerden, yeni gözlemler ve taze bir bakış açısıyla devam ediyorum. Bu süreçte hem dünyada hem de kendi yaşamımda pek çok şey değişti; bu değişimlerin bana kattığı derinlik, yazılarımın da yolculuğuna yansıyacak. Bundan böyle bloğumda kitap değerlendirmelerine, iklimsel ve çevresel gelişmelere, sanatın ilham verici dünyasına dair paylaşımlara daha fazla yer vereceğim. Hem eleştirel hem de merak dolu bir gözle, okuduklarımı, gördüklerimi ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmayı dört gözle bekliyorum. Yazılarımda, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda birlikte düşünebileceğimiz, tartışabileceğimiz ve ilham alabileceğimiz bir alan açmak niyetindeyim. Nilüfer Şen Çakar

Dijital Çağda Entelektüel Üretimin Paradoksu

  Günümüz kültürel ve entelektüel üretim ortamında, sanatçılar, bilim insanları ve yazınsal/düşünsel üreticiler, yaratıcı emeklerini görünür kılma zorunluluğu ile karşı karşıya. Dijital ve sosyal medya platformlarının hegemonik etkisi, üreticileri adeta birer pazarlamacı veya reklamcı gibi hareket etmeye mecbur bırakmakta; üretimin kendisi, görünürlük stratejileri ile şekillenen bir rekabet alanına tabi kılınmaktadır. Bu durum, J. S. Mill’in “yaratıcı özgürlük” ve Hannah Arendt’in “insani faaliyetlerin hiyerarşisi” üzerine kurduğu düşünceleri çağrıştıracak biçimde, derin çalışma, odaklanma ve içe dönük üretim süreçlerini sistematik olarak baskılamakta; dolayısıyla yaratıcı potansiyelin önemli bir kısmı, görünürlük ve tanıtım zorunlulukları için tahsis edilen zamana dönüşmektedir. Sosyal medyanın zorunlulukları, üreticileri kendi alanlarının dışındaki iletişim ve PR faaliyetlerine yönlendirerek, üretken zamanın ve yaratıcı enerjinin kaybına yol açıyor. Bourdieu’nün kültürel sermaye...