Ana içeriğe atla

YABANCI DEĞİL YABANCI DİL



Yabancı dil öğrenimi hep bir tartışma konusu olmuştur ülkemizde. Konuyla ilgili kimi İngilizce öğreniminin çocuk yaşta başlamasının sömürgeciliğe giden yol olduğundan kimi de İngilizce sözcükler kullanımının anadilimiz Türkçeyi kirlettiğinden dem vurmaktadır. Bunlar çok da temelsiz iddialar değil. Hatta konuyla ilgili Oktay Sinanoğlu ve Feyza Hepçilingirler'in kitaplarını okumakta fayda var. 

Öte yandan bugün dünyada yaygın dil İngilizce. Bunu kabul etmek lazım. Sonra eğer değişmediyse İspanyolca, Çince, Rusça geliyor. Kim güçlüyse onun borusu ötüyor. Bugün kimse Esperanto konuşmuyor. Ekonomisi güçlü olan Afrika'daki Hulu Hulu kabilesi olsaydı biz bugün dil okullarına, kurslara, özel hocalara HuluHuluca öğrenmek için para akıtacaktık. Türkiye gelişmekte olan ülke statüsünden sıyrılıp bir gelişebilseydi o zaman belki dünya Türkçe konuşacaktı. 

21. yüzyılda teknolojik gelişmelerin eksponansiyel hızda sıçrama yaptığı bu dünyaya ayak uydurabilmenin tek yolu hakim dil veya dilleri öğrenmekten geçiyor. Hem yabancı dil öğrenmek beyin gelişimine katkıda da bulunuyor. Korkma incilerin dökülmez:)

İyisi mi sen hem anadiline vakıf ol hem de bir yabancı dil öğren. İki kelime İngilizce, Almanca filan konuştun diye vatan haini olmazsın. Kimse sana araya yabancı kelimeler katıp katıştırarak Türkçemizi katlet demiyor. Hayır adam Allahın Hindistan'ından gelip şakır şakır İngilizcesiyle Silikon Vadisi'nde, NASA'da filan çalışıyor. Diyeceksin ki onlar sömürgeydi bir zamanlar. Olabilir. Ama şimdi dünyaya yön veren kurumlarda söz sahibi hepsi. 

İkna olmadın mı? İyi o zaman! Sen elli yıl boyunca semtinden bir sokak öteye gitmeden bu dünyadan göç. Gelene gavur gidene yabancı de. Kendinden olmayanı dışla. Ötekileştir. Ama ne var biliyor musun? Sen kahve köşelerinde pineklerken birileri dünyayı yönlendiriyor. 

Nilüfer Şen 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İçerik Üreticilerine Açık Çağrı

  Yazarlar, çevirmenler, metin yazarları, reklam yazarları… Bu çağrı, yaşamını kalemiyle idame ettiren herkese... 2003’ten bu yana yazın dünyasının farklı alanlarında çalışan biri olarak,  sizleri yapay zekâ ile içerik üretimi konusunda biraz sağduyuya davet ediyorum. 1980 doğumluyum. Analogdan dijitale geçen son neslin bir temsilcisi olarak söylüyorum: Yapay zekâ ile yazılmış metinler orijinal kalemden çıkanlarla karşılaştırıldığında sırıtıyor. İlk birkaç cümlede, birkaç anahtar kelimede kendini ele veriyor.  Ve benim gibi bunu şıp diye anlayan çok fazla içerik üreticisi var. Ne kadar uğraşsanız da, şu anki haliyle hiçbir yapay zekâya  otantik bir üslup, ruh ya da karakter kazandıramıyorsunuz. (En azından şimdilik… ) ChatGPT dahil birçok araç, “marketing” jargonuna bulanmış, keyword’lerle dolu, tanıdık, tekdüze, yapay bir dil kullanıyor. Ve bu da metinlerin güvenilirliğini ve inandırıcılığını yitiriyor. Bu, özellikle de yıllanmış içerik üreticileri için kabul ...

Kaldığımız Yerden Devam

Tekrar Merhaba :) Bir süredir yazılarıma ara vermiş olsam da, kelimelerle kurduğum köprüyü yeniden inşa etmenin zamanı geldi. 2023’te bıraktığım yerden, yeni gözlemler ve taze bir bakış açısıyla devam ediyorum. Bu süreçte hem dünyada hem de kendi yaşamımda pek çok şey değişti; bu değişimlerin bana kattığı derinlik, yazılarımın da yolculuğuna yansıyacak. Bundan böyle bloğumda kitap değerlendirmelerine, iklimsel ve çevresel gelişmelere, sanatın ilham verici dünyasına dair paylaşımlara daha fazla yer vereceğim. Hem eleştirel hem de merak dolu bir gözle, okuduklarımı, gördüklerimi ve düşündüklerimi sizlerle paylaşmayı dört gözle bekliyorum. Yazılarımda, sadece bilgi vermek değil, aynı zamanda birlikte düşünebileceğimiz, tartışabileceğimiz ve ilham alabileceğimiz bir alan açmak niyetindeyim. Nilüfer Şen Çakar

Dijital Çağda Entelektüel Üretimin Paradoksu

  Günümüz kültürel ve entelektüel üretim ortamında, sanatçılar, bilim insanları ve yazınsal/düşünsel üreticiler, yaratıcı emeklerini görünür kılma zorunluluğu ile karşı karşıya. Dijital ve sosyal medya platformlarının hegemonik etkisi, üreticileri adeta birer pazarlamacı veya reklamcı gibi hareket etmeye mecbur bırakmakta; üretimin kendisi, görünürlük stratejileri ile şekillenen bir rekabet alanına tabi kılınmaktadır. Bu durum, J. S. Mill’in “yaratıcı özgürlük” ve Hannah Arendt’in “insani faaliyetlerin hiyerarşisi” üzerine kurduğu düşünceleri çağrıştıracak biçimde, derin çalışma, odaklanma ve içe dönük üretim süreçlerini sistematik olarak baskılamakta; dolayısıyla yaratıcı potansiyelin önemli bir kısmı, görünürlük ve tanıtım zorunlulukları için tahsis edilen zamana dönüşmektedir. Sosyal medyanın zorunlulukları, üreticileri kendi alanlarının dışındaki iletişim ve PR faaliyetlerine yönlendirerek, üretken zamanın ve yaratıcı enerjinin kaybına yol açıyor. Bourdieu’nün kültürel sermaye...